
Duygudurum Bozukluklarının Nörobiyolojisi – Guy Goodwin
Psikiyatrist Guy Goodwin’den, monoamin depresyon teorisi, bilişsel davranış terapisi ve neden bazı insanların depresyonlardan diğerlerinden daha fazla etkilendiği üzerine
Duygudurum bozukluğunun ne olduğunu tanımlayarak başlayalım çünkü bazı insanlar bunun bir nörobiyolojisi olmasına bile şaşırabilir. Duygudurum bozukluğundan bahsettiğimizde, cidden bazı insanların hayatlarındaki zorluklar karşısında depresyona girme eğilimlerini kastediyoruz. Bu, tüm yaşamları boyunca pek çok insanın başına gelir, bu nedenle insanların %10-15’i bir aşamada oldukça önemli ölçüde depresyona girebilirler. Genellikle bir yandan depresyona girme riskleri olduğu için; örneğin ailelerinde çok yaygın bir depresyon öyküsü vardır veya öte yandan, hayatlarında hayal kırıklığını temsil eden olumsuzluklar yaşarlar: ilişkilerinin bozulması ve esasen iç karartıcı olan diğer tüm sorunlar gibi. Bu tür olaylardan sonra olan şey, bazı insanların sonraki aşamaya geçmeyi çok zor bulmaları, deyim yerindeyse kederi ve kederin bir tür uzun süreli ruh hali depresyonuna ve konsantre olamamaya veya sosyal aktiviteden uzaklaşmaya dönüşmesidir. Bunun en şiddetli biçimleri de intihar eğilimi ve gerçekten intihar etmedir.
Yani depresif dönemler gerçekten nadir değildir. İleri sürdüğüm şey, bunun sadece beynin yazılımındaki bir arıza olmadığı, aynı zamanda beynin donanımının da biraz arızası olduğudur. Bununla ne demek istiyorum? Depresyon hakkında konuştuğumuzda, bunu hepimizin anladığı bir şey olarak düşünürüz. Bu yüzden futbol takımım kaybettiğinde depresyonda olduğumu söylerim, oyuncular depresyonda olduklarını söyler. Ama aslında birkaç gün içinde neden depresyonda olduklarını unutacaklarını ve kesinlikle depresyonda kalmayacaklarını bilirler. Yani hepimiz bu geçici zihinsel depresyon durumuna aşinayız, ancak bunun gerçekten oldukça sağlam bir şekilde plastik olmasına alışkınız, bu nedenle bu tür bir zihniyete takılıp kalmıyoruz hiç.
Yani takılıp kalan insanlar için soru şu, bu yazılımda yanlış olan bir şey mi, semptomları hakkında düşünme biçimleriyle mi alâkalı, hayatları hakkında düşünme biçimleriyle mi alâkalı? Bu, hakkında konuşarak unutmaları gereken bir şey mi? Yoksa aslında daha fiziksel bir düzeyde takılıp kalan bir şeyleri mi var ve bu fiziksel ‘takılı kalma’ ifadesi, insanların hayatlarına devam etmelerini engelleyen kaygı ve endişelerin tekrarı mı?
Her iki tür mekanizmanın da dahil olduğunu varsaymak için alan olduğunu düşünüyoruz. Şimdi herkes depresyonun psikolojik açıklaması fikrinden çok memnun ama depresyonun biyolojik açıklaması her zaman o kadar memnun edici değildir. Depresyon için psikolojik bir açıklama, çok basit bir şekilde psikoterapi, psikolojik tedaviler hakkında fikirlere yol açar ve bunlar genellikle düşünme şeklimizi (biliş) ve davranışımızı (başka bir deyişle, ne yaptığımızı) değiştirmeye ve bunları bir araya getirmeye dayanır. Genellikle bilişsel davranış terapisi olarak adlandırılır. Bu, depresyonu tedavi etmenin bir yolu olarak çok yaygın bir şekilde benimsenmiştir. Ancak vakaların yalnızca yaklaşık %30-40’ında etkilidir.
Bu nedenle, çok sık olarak kişi, BDT’ye (bilişsel davranış terapisine) yanıt vermeyen veya ilk etapta BDT’ye çok az erişimi olan bir hastanın nasıl tedavi edileceği sorunuyla baş başa kalır (bu genellikle kırsal alanlarda yaşayan, büyük şehirlerde yaşamayan, onlara yakın özel hizmetler bulunmayan insanlar için geçerli olacaktır) Yani bir doktor ciddi şekilde depresyonda olan bir hasta görürse ve onlara BDT öneremezse, o zaman depresyonun donanım sorununu, başka bir deyişle kimyasını ele alacak mı, onları ilaçlarla tedavi edecek mi? Ve bunu yaparsa, yine ilaçlara yaklaşık %40 oranında çok iyi yanıt aldığını ve %60 oranında bunun oldukça tatmin edici olmadığını keşfeder. Ancak iyileşenlerin %40’ı düzgün bir şekilde iyileşmekte ve genellikle bir tedavi sürecini ciddi yan etkiler olmadan tamamlayabilmekte. Ayrıca, genelde istediklerinde ilaç kullanmayı bırakabiliyorlar. Eğer depresyon tekrarlıyorsa, sık sık ortaya çıkıyorsa veya kronik depresyona takılırlarsa, işe yarayan ilaçlara devam etmek isteyebiliyorlar. Ve bu açıkça bir seçenek oluyor.
“ Bu bizi, ilaçların depresyonda işe yaradığı fikrine getiriyor ki bu biraz şaşırtıcı. Depresyonun hayal kırıklığı, insan hırsı ve ilişkileri bozmakla ilgili olduğu görüşüyle başlarsanız, o zaman bir ilaç bunu daha iyi hale getirmek için nasıl çalışıyor olabilir? ”
Dolayısıyla 1950’lerden beri depresyonun altında yatan beyin kimyasına büyük ilgi var. Bu esasen acı algısının, ödül anlayışının ve ayrıca genellikle karar vermenin temelini oluşturan aynı beyin biyokimyasıdır. Tüm bunların bir tür nörokimyası var ki bu şaşırtıcı. Fakat doğrudur ve beyindeki bu monoamin nörotransmiterlerin işlevlerini modüle ederseniz, hayvanlar üzerinde kullanarak hayvanların nasıl davranacağını etkileyebileceğini görebilirsiniz. Benzer şekilde, beynimizdeki bu nörotransmitterleri modüle ettiğimizde, onun da davranış şeklimizi değiştirdiğini düşünüyoruz.
Tespit edilen ve herkesin adını duyduğu o anahtar verici, serotonindir. Serotonin beyindeki nöronlarda sentezlenir, beynin tabanının derinliklerinde çok küçük bir nöron demetiyle. Bu nöronlar, neokorteksin her yerine, beynin biliş ve duygu ile ilişkili olduğunu düşündüğümüz kısmının her yerine yansır. Serotoninin etkisini nasıl gösterdiği henüz tam olarak anlaşılamamıştır, ancak bunun önemli olduğunu biliyoruz çünkü LSD[1] gibi psychedelics[2] gibi ilaçlar yalnızca serotonerjik sistem üzerinde çalışır. Serotonerjik sistem, çevremizi kimyasal düzeyde nasıl anlamlandırdığımız açısından gerçekten önemlidir. Durum şu ki, depresyon hastalarında serotonin fonksiyonunu artırırsanız, o zaman hastaların yaklaşık %40’ını daha iyi hale getirirsiniz ve biz de onları esasen ruh halinin olumsuz etkilerini azaltarak daha iyi hale getiririz. Olumsuz duygulanma azalır ve hastalar bu durumda olumsuz duygulanmayı azaltarak ama aynı zamanda olumlu duygulanmayı yeniden kazanarak iyileşebilirler. Böylece bu tür bir mekanizmayla düzensiz ruh hallerinden sıyrılırlar.
“ Onları tekrar aktif hale getiren, daha az iç karartıcı ve ödülsüz olma ihtimali daha düşük olan bir şekilde davranmalarını sağlayan psikolojik tedavinin, insanları daha iyi hale getirmek için nörokimya ile birleştiğini düşünüyoruz. ”
Yani tüm bunlar, bazen monoamin depresyon teorisi olarak adlandırılan şey altında bir araya getirilir. Hakkında konuşulan başka aminler daha vardır: noradrenalin, dopamin ve histamin[3]. Önemli olanlar muhtemelen daha önce de belirttiğim gibi dopamin, noradrenalin ve serotonindir. Bu üç kimyasal, ruh hali ve ödül ile insan beyninde ve insan beyninin duygularında önemli olduğunu düşündüğümüz her şeye hizmet eden sinir ağlarında birlikte çalışır.
Bu, esasen nörokimyaya dair ortaya çıkan anlayışımızdır. Aynı zamanda bir anatomisi vardır. Bu sayede beynin farklı beyin kimyasalları tarafından beslenen bu bölgelerinin nasıl davrandığına bakabiliyoruz. Bunu işlevsel manyetik rezonans görüntüleme adı verilen bir yöntemle yapıyoruz, yani temel olarak insanların kafalarını çok güçlü bir mıknatısın içine koyuyoruz ve kafalarının yakınından çok küçük bir rakip manyetik alan geçirerek kanın beyinden akma şeklindeki değişiklikleri tespit edebiliyoruz. Kan akışı oksijen talebiyle çok yakından bağlantılı olduğu için, farklı yerlerde beyin aktivitesinin ne olduğuna dair oldukça dolaylı bir ölçüm elde edebiliyoruz. Farklı beyin bölgelerinin işleyiş biçimi ile beynin yaptığı şeyler arasında çok şaşırtıcı ilişkiler bulduk, bu nedenle beyin etkinliği ile bilinçli etkinlik arasında çok net bağıntılara sahibiz. Bu nedenle, ilaçların nasıl çalıştığına dair tahminlerimizi yaptığımızda; bu ilaçların beyindeki belirli protein reseptörlerine bağlanacağı belirli beyin bölgelerine haritalandırabileceğimize giderek daha fazla güveniyoruz.
Dolayısıyla, depresyonun kimyasal teorisine geçmenin yanı sıra, anatomik depresyon teorisine geçiyoruz. Gelecekte, bazı insanların neden daha savunmasız olduğunu veya insanların neden daha savunmasız hale geldiğini, beyindeki bu kimyasal vericilerin çalıştığı gerçek fiziksel bağlantıların depresyon riski altındaki insanlarda nasıl değiştirildiğine ve farklı olduğuna bakarak anlayabileceğimizi düşünüyoruz. İlerledikçe tüm bunların nasıl çalıştığını daha iyi anlayarak aslında daha iyi tedaviler bulabileceğimizi düşünüyoruz, böylece psikolojik tedavilerimiz %40’tan ve ilaç tedavilerimiz %40’tan daha iyi olacak. Önümüzdeki 20 yılda ulaşacağımızı umduğumuz gelecek gerçekten de bu.
Çevirmen: Eymen Yalaz
Kaynak: Guy Goodwin, Neurobiology of Mood Disorders, https://serious-science.org/neurobiology-of-mood-disorders-10087, Erişim Tarihi: 27.01.2025
Dipnotlar
[1] LSD: Liserjik asit dietilamid, halüsinasyon görme ve sinestezi gibi etkileri olan bir asittir.
[2] Psychedelics: Halüsinojenik ilaçların bir alt sınıfıdır.
[3] Bu tür moleküllerin çoğunun sonu -amine ile bittiği için onlara topluca “amine” denmektedir. Türkçe versiyonlarının da çoğu -amin ile bittiği için “aminler” dedim.