Uzayda Yaşam – Martin Rees

Uzayda Yaşam – Martin Rees

Mayıs 20, 2023 0 Yazar: bilimolog

İnsanlarla tanıştığımda ve onlara astronom olduğumu söylediğimde, sıklıkla sordukları ilk soru şu olur: Evrende yalnız mıyız? Uzaylılar var mı orada? Onlara bilmediğimizi yalnızca uzaylıların “var olabileceklerini” söylemeliyim. Bu, evet, büyüleyici bir soru, ancak evrendeki yaşam hakkında pek bir şey bilmiyoruz. Yüz ya da iki yüz yıl öncesine gidersek, çoğu insanın başka gezegenlerde yaşam olduğunu düşünmesi bile ilginçtir. Aslında, birçok insan dini nedenlerle, Yaratıcı’nın tüm bu uzaydaki alanı yaratmayacağını ve üzerine hayat koymayarak boşa harcamayacağını düşünürdü. 20. yüzyılın başlarında Fransız Vakfı, uzayda yaşamın kanıtlarını bulan ilk insanlara bir ödül verdi, ancak Mars’ı bu ödülde saymadılar çünkü orada yaşam bulmak çok kolaydı. Ama tabii ki, Mars’a ve Güneş Sistemimizin diğer bölgelerine sondalar gönderdiğimiz için, bunların çoğunun yaşam için oldukça elverişsiz yerler olduğunu şu an biliyoruz. Güneş Sistemimizde Dünya, yaşanılabilir koşullar sağlaması bakımından fazlasıyla özeldir. Mars’ta yaşam olduğuna dair bazı kanıtlar olabilir, bilmiyoruz. Ve hatta Jüpiter’in uydusu olan Europa veya Satürn’ün uydusu olan Enceladus’un buzunun altında yaşam olabilir. Bakmaya değer yerler, bilemeyiz. Ama hiçbirimiz bunların üzerlerinde çok gelişmiş bir yaşam beklemiyor.

O yüzden, soru şu oluyor: Yaşamın nerede var olmasını bekleriz? Astronomide son 20 yıldaki büyük gelişmelerden biri, tıpkı Dünya ve diğer bildiğimiz gezegenlerin Güneş’in yörüngesinde dönmesi gibi, gökyüzündeki diğer yıldızların çoğunun da gezegenlerin yörüngelerinde döndüğünü fark etmektir. Bu gezegenlerin çoğu, suyun var olabileceği sözde yaşanabilir bölgede bulunan genç Dünya olabilir. Öyleyse soru şu ki, bunlarda yaşam bekleyebilir miyiz?

Bence cevabı bilmiyoruz; Dünya’da yaşamın nasıl evrimleştiğini -belki 3,5 milyar yıl önceki basit başlangıcından çevremizde gördüğümüz inanılmaz biyosfere kadar- oldukça fazla ayrıntıyla anlamamıza rağmen bilmiyoruz. Biz de bunun bir parçası olduğumuz halde, hayatın gerçek kökenini hâlâ anlamıyoruz. Dünya’daki ilk zamanlarda karmaşık kimyadan canlı dediğimiz ilk nesnelere, ilk kopyalanan metabolize edici yapılara geçişe neyin sebep olduğunu anlamıyoruz, bunun nasıl olduğunu bilmiyoruz. İnsanlar bunun hakkında düşünmeye başladılar, bu eskiden biyokimyacıların çok zor problemler kutusuna attığı, önemli olan, tabii o zamanlar çok önemli olan bir şeydi. Ama insanlar uzundur bunun üzerinde çalışıyorlar ve umuyorum ki önümüzdeki on yıl içinde Dünya’da ilk yaşamın nasıl oluştuğuna dair oldukça inandırıcı bir hikayemiz olacak.

Ve buna sahip olduğumuzda bize iki önemli şey söyleyecektir. Öncelikle şunu söyleyecek: Bu, başka bir yerde olmasını beklemeyeceğimiz nadir bir şans mıydı? Yoksa daha çok Dünya’nın ilk zamanlarına benzeyen herhangi bir ortamın olması mümkün mü? Bu bir. Ayrıca bize, Dünya üzerindeki yaşamın özel kimyasının, DNA ve RNA’nın ve tüm bunların benzersiz olup olmadığını söyleyecektir. Ya da oldukça farklı türden kimyaların olma olasılığı var mı? Belki suya ihtiyaç duymayan kimya bile mümkündür. Örneğin, metan nehirlerini bildiğimiz Satürn’ün uydusu Titan’da metana dayalı bir tür yaşam olabilir mi? Bunu bilmiyoruz. Ancak 20 yıl içinde, sözde yaşanabilir bölgede diğer yıldızların yörüngesinde dönen bu gezegenlerin birçoğunda basit yaşamın var olma olasılığının ne kadar yüksek olduğunu öğreneceğiz.

Ama basit bir yaşam yaygın olsa bile, Dünya’da olduğu gibi, biyosferimiz kadar karmaşık bir şeye, bir yaşama evrimleşmiş olmasının ne kadar olası olduğunu bilmiyoruz. Aslında, Dünya’daki evrimle ilgilenen biyologlar, bunu kendileri de tartışıyorlar, Dünya’da evrimi yeniden yürütecek olsanız, bizim şu an olduğumuz gibi bir şey mi olur yoksa tamamen farklı bir şey mi olur, yoksa sadece böcekler ve boşluktan ibâret bir gezegen mi olur? Çünkü evrimin her türlü tesadüfe, buzul çağlarına, dinozorların yok olmasına ve bunun gibi şeylere bağlı olduğunu biliyoruz. Bunlar farklı olsaydı, bu yaşama başka bir yoldan ulaşıp ulaşamayacağımızı bilemeyiz. Bu belirsizlik nedeniyle, diğer birçok gezegende basit yaşam olsa bile, bu denli gelişmiş bir yaşam olup olmadığını bilmiyoruz. Bizim gibi bir teknolojiye sahip olacak daha az hayat var ama bu büyüleyici bir soru.

Son 50 yılda insanlar başka yerlerde teknolojik yaşam için herhangi bir kanıt aramaya çalıştılar.  Son zamanlarda, bu konuda bir genişleme oldu: Rus yatırımcı Yuri Milner, bazı yapay iletimlere ilişkin genişletilmiş bir kanıt arayışı için önümüzdeki on yıl için yılda on milyon dolar vereceğini taahhüt etti. Bu kanıt arayışları doğal olmayabilecek herhangi bir şey hariç, çok dar bant sinyalleri arayarak gökyüzünü analiz etmek ve ayrıca uzaydan gelen optik flaşları aramak için radyo teleskopları kullanılarak yapılıyor. Çok dar bir frekans aralığı sinyali alırsanız, yapay olabilir ve optikte aynen olabilir veya çok kısa ömürlü bir darbe olabilir. Dolayısıyla bu süreç, uzayda yaşam için olası bir kanıt olarak değerlidir.

Ama tabii bu oyunda meşhur bir söz vardır, “kanıtın yokluğu yokluğun kanıtı değildir”.  Dolayısıyla, bu tekniklerle bir şey görmesek bile, bu gelişmiş yaşamın olmadığı anlamına gelmez, çünkü onlar bir sinyal göndermiyor olabilirler, düşünceli bir yaşam sürüyor ve iletişim kurmaya çalışmıyor olabilirler. Orada zeka veya teknoloji şeklinde nelerin var olabileceği konusunda kesinlikle hiçbir fikrimiz olmadı. Dünya tarafından yönlendirilirsek, o zaman bizim gibi organik yaşamın yerini bir tür inorganik, elektronik yaşamın alacağını hayal ederiz. Bunun nedeni şudur: kafatasımızın içinde bulunan türden donanımlarda saklayabileceğiniz zeka miktarının bir sınırı olabilir ve bu, elektronik donanım tarafından aşılabilir. Yani post-insanlar, eğer entelektüel olarak bizden daha yetenekliyseler, muhtemelen hiç organik olmayacaklardır. Ve tabii ki Dünya’da olmak istemeyecekler çünkü onların yerçekimine, atmosfere ihtiyaçları olmayabilir. Böylece Dünya’daki zekanın geleceği, insan sonrası gelecek muhtemelen Dünya’dan uzakta yatıyor demektir.

Bu düşünceler, yaşamın Dünya’dakiyle aynı şekilde geliştiği başka bir gezegen varsa ama Dünya’nın gerisinde kalıyorsa, o zaman hiçbir şey göremeyeceğimizi gösterir. Ama eğer Dünya’nın ilerisindeyse, tespit edeceğimiz şey organik uygarlığın kanıtı değil, ana gezegenlerinden kaçmış ve elektronik olan bazı makinelerin kanıtı olacaktır. Zaman çizelgesini düşünürsek, bizimle aynı aşamada olmaları gereken başka bir medeniyeti yakalamamız pek olası değildir. Ya hiçbir şey tespit edemeyeceğimiz kadar geride olacak ya da inorganik bir şey tespit edeceğimiz kadar ileride olacak.

Büyük Rus bilim adamı Nikolai Kardashev yıllar önce, insan güçlerinin çok ötesine geçen bazı varlıkların gerçekten bir yıldız veya galaksi ölçeğinde mühendislik yapabildikleri konusunda spekülasyon yaptı. Bu nedenle, tesadüfen Güneş sistemimizdeki eserlerin kanıtlarını arayan astronomik ölçekte bazı eserler için bazı kanıtlar aramamız gerektiğine dikkat etmeliyiz. Çünkü uzaylılar daha önce burada bulunmuşlarsa bazı izler bırakmış olabilirler. Bu yüzden yapay bir şeyin her türlü kanıtına karşı gözlerimizi açık tutmalıyız.

Şu an başarı için nefesimi tutmuyorum ama şimdilerde bu tür programlar olduğu için çok memnunum, özellikle de Yuri Milner tarafından finanse edilen program… Bu da hayatımız boyunca temel soruyu yanıtlama şansımız olabileceği anlamına geliyor –  yalnız mıyız, değil miyiz?  Hepimiz için büyüleyici bir soru.


Çevirmen: Eymen Yalaz


Kaynak: Martin Rees, Life in Space, https://serious-science.org/life_in_space-8490 , Erişim tarihi: 20.05.2023